Ana içeriğe atla

bazen yüze gülen, bazen de dibe kadar döven muamma.







Aşık oldunuz mu ?

Hiç ?
Bir defa ?
Defalarca  ?

Nedir mümkünü?
Belki hepsi,belki hiç biri...

Bizim için uzun, geriye dönüp bakınca  bir of!...'luk hayatımızda bazılarımız bir , kimimiz bir çok  kez aşık olduğunu düşünür,hisseder,bilir tarif eder ama budur diyemez.  zaten öyle bir durumdur ki kişi yalnızca kendinden bilir ne olduğunu bunun. o an bambaşka birine dönüştüğünü anlar, sanki ikinci ilkini yaşamaya benzer; ilk nefes alış, ilk yürüme, ilk konuşma gibi..
Bu ikinci ilk durumlara aşkolmuş diyebiliriz. İkinci ilk hissedişlerimizin  tonu yüksektir ve bir orkestrayı dibinden dinliyor gibi capcanlı hissettirir kendini . kalbimizdeki tarifsiz çarpıntı   bundandır.
o anların geceleri bizim düşlerimizin, gündüzleri kaotik duygu bulutlları altında,ayaklarımızı günün hengamesine uydurmaya çalışırken bir yandan birlikte geçirilen vaktin dibini kazıyan yanımızındır.böyle anların getirdiği nokta ise bazen,birlikteyken hızla kıp giden  zamanları durdurmayı isterken , yönümüzü kaybedip bir adım sonrasını kestiremediğimiz rotadaki kayboluşlarımızdır.

hissettiyseniz siz de bilirsiniz o duygudurum tarifini , yediğinizden, çektiğinizden ya da denk geldiğinizden;o anda sizi yansıtan heyecanı, kalp atışını, duyguyu , düşünceyi ya da ateş basan yüzle imtihanı ...

O tılsımlı anların kendine has öyle belirgin yanları vardır ki, insan o varoluşu,aşkolmuşluğu bunlar ile tarif edebilir mesela; o duygusal çarpışma esnasında barış mançonun "domates , biber, patlıcan " şarkısında mısraya döktüğü seyyar satıcının sözlerinin anlam kazanması gibi
dışardaki gürülterin bir fon müziğine dönüştüğü , o esas kişinin duruş açısını, rengini, giysisinin kazandırdığı zarafeti ya da yakışıklılığı, hangisiyse sizin için o kişide büyük bir manaya dönüştüğünü;
düştüğünüz, çarptığınız,bir acıya uyandığınız ana ait ise bu karşılaşma, sızının utangaçlıktan güzelleştiği ve o kişiyi  acımızla  aynı ana mıhlayıp beyninizin bir hücresine yerleştirdiğimizi ve etrafında belki yüzlerce sinaptik bağdan nasıl da bir duvar örüp unutulmaz hale getirdiğimizi hatırlayın. Bir bakışın kaç manaya geldiğini, sizde uyandırdığı esas manayı düşünüp, sizi başka bir boyuta nasıl ışınladığını da...
Hayatımıza gerçek ya da platonik bir durumun bizi nasıl bir deney masasına düşürdüğünü;
içine girdiğimiz değişimlerin, her temasın ya da arada geçen her sözcüğün,bizi bir dansın ortasına nasıl sürüklediğini , buna karşı koyamadığınızı ve bile isteye kendimizi bıraktığımızı ...

Bir hastalıkta doktora gidip çareyi ararız ya, reçetedeki ilaç/ları içer ve bir süreç içinde atlatırız.        Ya aşk ?Bir hastalık mıdır ? Bilinçldışı bir eylem midir ?

Tanımı olamayan bu duygu, bazen güzeldir , bazen de  yaşamaya hazır olduğumuz bir acı;
Bizi önünde sonunda öyle bir ana ,yere getiren  ,sonrasında "- Eee , buraya da vardım, bundan sonrası ne ? İstediğim şey bu muydu, hayatta satın alınamayan en değerli şey olan zamanı bunun için mi harcadım, mutlu muyum şimdi ? "diyebileceğimiz ideallerin de dilimize bırakamayacağı tat.

Bir anlamda , bizi büyük anlamla birleştiren; tanımsız enerji kütlesi ,o ki gözümüzden girip kılcal damarlarımızda dolanıp sanki dünyanın çevresini dönmüşüz ve hiç bir şey göremeyip, her şeyi iki göz içinde bulmuşuz gibi, yeni bir keşfe daha ihtiyacımız olmadığını hissettiren,varoluşumuzu iki göz, iki kirpikle açıkladığımız; rengi , şekli , boyu önemli olmayan bir gerçekle gerçek olmayan arasında bizi döndüren şey.Bizi mecnuna çevirişinden tanıdığımız, kalbimizin tik tak'larının seriye geçip, bizdeki motor becerileri ve düşünceleri  otomatik pilota bağlayan, sonunu kestiremeyeceğimiz keşif gezisi.

       Bir yerden biliriz onu, atalardan gelen arketiplerden, en sert adamın -kadının en yumuşak yanından,yumuşak karnından biliriz.Belki  de nevrotik yanımızın insanlıkla bütünleşemeyip, bir kişi ile bütünleşme çabasından ?
Kim ne diyebilir ki...

      Bir insan böyle bir deneyimi bir defa da , pek çok defa da yaşamış olabilir. Belki bir , belki birçok defa kendini tamamlayacağı ruh eşi ile karşılaşan bu yolda bazen yüze güler, bazen de dibe kadar döver bu muamma..Yani bizde olmayan ama birlikteliğin verdiği mutlulukla edindiğimiz yeni alışkanlıklar  olduğu gibi , kötü olanları da pekala edinebiliriz öyle bir süreçte. Bir Polyanna ile karşılaştıysak mutlu, enerjik, olumlu, diğergam birine dönüşebilecekken , sevgimizin yoğunluğuna ve mutsuzluğa paralel içen, sorumsuz, tükenmiş ,tüm gözlerden düşen bir hayalkırıklığına dönüşmek de mümkün...

iyi dinlemeler...








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bahtiyar bir sonun başı

Sonbaharın bütün yapraklarına dokunmuşum gibi bahtiyar bir sonun başı sanki. İnci gibi parlak bir vaziyet. Şiir kitaplarından fırlamış kaçkın dizeler gibi hissediyorum, ne yana dönsem bir makama çarpıyorum, esaretten kurtulmuş notalarla çevrilmiş gibi anım. Her yanım toz ve mavidir her anım.

herkesin gitmek istediği o yer ve hayalin hayali ile mücadelem

Bazen herkes gibi alıp başımı insanın dokunduğu her şeyden uzaklaşıp o yere gitmek istiyorum. Duydunuz mu bilmiyorum, hani küçük ahşap bir kulübenin ağaçların arasında olduğu , çevrenin yemyeşil ve binbir renkli çiçekle örtülü olduğu, yakınında akan bir dere ve ensesinde ulu dağların olduğu, geceleri de samanyolu dahil çıplak görseniz de doğal olarak gezegen olduğunu anlamayacağınız trilyonlarca yıldızı bir arada göreceğiniz bir gökyüzü olan o yeri kastediyorum. kışın zar zor ısıtabileceğiniz ve soğuğunu bir tarafınızda iyice hissedince fazla oldu biraz da insan yüzü görmeye gitsem fena olmaz deyip bu kez de kardan, çamurdan çıkamayacağınız o aynı zamanda kış ortasındaki ürkütücü yer. yazın cenneti,  kışın cehennemi yaşayacağınızı bileceğiniz yerden bahsediyorum. bazen birkaç parça eşya ve giysi alıp o yere gitmek istiyorum. nasıl bulacağım da belli o yeri , yetenekli yeğenim de muhtelemen resim defterine çizmiştir .  çizdiği bir haritadan faydalanıp oraya gidebilirim. elimle koymuş gi

lastik ayakkabı özlemi dolu bir yazı ve Artık sevmeyeceğim

Artık sevmeyeceğim, bütün kabahat senin. senin değilse bile birilerinin, planı yok bu işlerin. zaten hangi plana uyduk diyebiliriz ki, lisede düzenli ders çalışmaktansa kapıya dayanan yumurta ile son gün az mı çalıştık sınavlara, sınav sonrası az mı unuttuk bir gün önce ezberlediklerimizi.planlı çalışan biri olsaydım mesela kimbilir nerede ne şartlarda edindiklerimi öğrendiklerimi hayatıma uygulamanın verdiği zevk - sefayla yaşardım. ama olmadı , ya diğer planlar ? düşünsenize siz de benimle ! hangi "bu hafta şunları şunları yapıp artık biraz dinlenirim " diyerek tasarladığımız plan ertesi gün ya da ertesi gün ya da onun ertesi günlerde ani bir tepkime ile yön değiştirmedi ve biz de  başka kulvara dalmadık, sonra yeni ertelemeler ile eski ertelediklerimizi keyifsiz bir biçimde harmanlamadık ? aşk da öyle değil mi ? aniden karşımıza biri çıkıyor bir an dünyanın merkezi çekim kuvveti üzerimizde etkili oluyor da ona doğru çekilmiyor muyuz, sonrasında tanışma biçimimizden rom