Ana içeriğe atla

Gerçekten yaşanmış fakat bir rüya gibi , hiç yaşanmamış gibi



Bir işte çalışıyorum ve o benim yemek yememi barınmamı giyinmemi sağlayan parayı kazandırıyor. Gün; ev işleri , iş  ve sorumluluklar arasında sarhoşluğa gömülürken bir yandan da ay başını iple çekip maaşı çekip ve hemen hepsini rutin giderlere harcamak  ve borçları ödeyip gerginlikten kurtulmak isteği. Kendimizi gerecek işlere girip,eşyalara mahkum edip, sonrasında para kazanıp bu gerginlikten kurtulmak için acele ederken ve zamanın çabuk geçmesini isterken bir yanımız, farkında olmadan yaşlandığımız gerçeği... yani ,bilmediğimiz dünyaya acele bilet kesme meselesi.
Bu rutinler  , zamanın daha hızlı akmasını sağlayıp,  aynaya baktığım zaman  gerçek beni görmemi engelliyor tıpkı her şeye yüzeysel bakıp anlamak için odaklanmamı engellediği gibi.

Herkes benim gibidir düşüncesinden alıkoyamıyorum kendimi böyle düşündüğüm anlar. Bu kendimi gerginlikten kurtarma ve güvende hissetme yollarından biri işte. Onlar da benim gibi. O halde yalnız değilsem önemi yok der gibiyim.

Yine de ; acaba benim gibi , diğerleri de geriye dönüp bakınca bir haftanın kaç saatini mutlu oldukları bir şarkıya kaptırıp kendini  uzaklara ,tadını ala ala dalıp gidiyordur, eski bir filmin bir sahnesine gidip aktör ya da aktris ile özdeşleşip elinde mesela bir şişe ama içkili değil, sallanıp duruyor ve dans ediyordur kendi kendine. Ya da hiç tanımadığı ve yalnızca bir iki şarkısını bildiği bir sesin büyüsüne kapılıp o an yaşadığı hayal kırıklığı ya da aşk kırıklığını unutmayı umarak dinliyordur...Gerçekten yaşanmış fakat bir rüya gibi , hiç yaşanmamış gibi  geçerken hayat, durup bir  an önünden geçen karıncaya doğru başını eğip hayretle bakar, ya da gözün bir nokta gibi görebildiği ve onun ne olduğunu bile anlayamadığı bir böceğin hızına şaşkınlıkla bakıp nasıl bir sisteme sahip olduğunu düşünür ?
Geriye dönüp baktığında benim gibi, unuttuklarını bilinçaltından çağıran, anımsadıkları olayları ve kendinde cereyan eden duyguları , belki konuşmaları, bir tv haberinin gürültüsü , sokakta geçen  egzozu patlak bir arabanın  veya sokakta oturup dünyadan habersiz komşuların havadan sudan konuşmalarıyla oluşan bir çorba yapıp doyurur zihnini..



Gerçekleştiremediğimiz düşüncelerimiz , gerçekleştirdiklerimiz, planlarımız ve hayalini kurduğumuz yerimiz arasında sıkışıp kalan kalabalıklar içindeki çaresizliğimizi bazen düşünüyorum, bu hayatta ne kadar varız, tüm acelemize rağmen bize yetmeyen zamanda ne kadar biz olabildik, olabiliriz?

Ne kadar mutlu fotoğraflar sığdırabildik geçmişimize, daha ne kadar  biriktirebiliriz ?
Düşünün mesela;
 Bir hafta içinde toplarsanız kaç dakika güldünüz veya moral depoladınız? Huzuru yakaladığınız kaç dakikanız oldu? İşe yaradığınızı düşündüğünüz , başkalarıyla bir arada olmanın keyfine vardığınız , ana muhteşem dediğiniz kaç dakikanız var ?
Ama ya gerçekler;
İade etmek üzere alıp kullandığımız 24 saat az olmamasına rağmen verimli olarak kullandığımız , kendimizi onunla tanımlamaktan memnuniyet duyacağımız eylemlerimizin ne kadar az olduğunu  bilmek çok acı. Bir bakıyorsunuz eylemlerimizden  komposto yapıyor ve onu da tüketecek zamanı çoktan geçmiş oluyoruz..
 Acı..








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

izmir'de bir gün...

İzmir'deyiz  aynı okulda  çalışıyoruz , akşam aynı eve aynı yolları elele gönül gönüle,ayaklarımızı yuvarlaya yuvarlaya  gidiyoruz... akşam oluyor,yemek yapıyoruz,yemeği yiyoruz;  çocuk yoksa henüz, ben bir bilet çıkarıyorum  sen -"aaa  bu mu var?" diyorsun. -evet,  gidelim mi? diyorum. evet diyorsun. devlet tiyatrosuna gidip,biletimizin üstündeki numaralar bende mevcut diyen  o koltuklara gidip oturuyoruz. sonra ordan geç vakit çıkıyoruz.  hava nasıl olursa olsun bize  sıcak geliyor. deniz kenarına gidiyoruz, elini tutuyorum   "bu deniz  sensin" diyorum;  ve ben denize bakmayı çok seviyorum..." sonra yürüyoruz.. bi cafe'den ayaküstü sıcak,püfür püfür dumanı ince uzun kıvrılan iki çay alıyoruz,  bir banka oturuyoruz. senin saçına rüzgar vuruyor, kıyıya dalgalar... " ikisi de güzel" diyorum.  "senin varlığını çok seviyorum" diyorum,sen bana bakıyorsun.yüzünde dolunay bir gülüş,yanakların açık ...

bu aşk burada...yiter...

anladım.nereden başladığın ya da nereye kadar geldiğin önemli değil bir çabada.ne yaptıysan bırak.artık zorlama.olduğu gibi bırak.ben bırakıyorum bugün.çabaladım.çabaladım.kaldım.bir şey olacaksa yerde izine illa ki rastlanır.olmayacak bir şey için iz varmış diye bir oyun uydurmaya gerek yok.anladık.yok.anladım yok.yok işte.ne söylediğin değil nasıl söylediğin "seni seviyorum"u aşan bir durum demek ki..bir ayağı başından beri çukurda olan "seni seven" o sevinin anlamı sende anlamsızsa, bendeki çaba da anlamsız.zorlasam kırılacak.zorlarsam kırılacağım demek ki.önceden sevdiğini söylemekteydi zorluk şimdi sevginin bir anlamı olmadığını kabul etmekte..hayırlısı.hadi bakalım.."bu aşk burada biter ve ben çekip ... "yiterim..

Van'a Üzülmeler

Şehrin ince artığı… Uzun yollardan sürgüne ,sürüne sürüne.. Kışı ,ayazı ve yazı çektin üzerine..kışı hor,yazı kor.. Şehrin kenar artığı,uzun yolları katık ettin ömrüne.. Bir çorba,bir ekmek,çöplük yalnızlığı, ve enkazları dost ettin kendine… Beton damın varoşu,silkelensen de boş. Silkelen sen yine  hoş… Hayatın ritmine detone düşer  ayakların,rengine soluk düşer yaraların.. Şehrin ince gülü gözünden düşen damlaların, Köyünden uzak hayallerin,enkaz  dibi sefaletin