Ana içeriğe atla

bu çiçek bu yazıda içinizde açarsa yazın mutlaka

bu çiçek bu yazıda
içinizde açarsa yazın mutlaka
Bugün sizinle her şeyin ,bizleri geçmişe götürebilen,anda tutan  ya da geleceğe müsait bir yerde bırakan bir tınısı olduğuyla ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Ama her şeyin derken mübalağa yapmadığımı da kanıtlamaya çalışmayacağım. Paylaşacağım bir kaç örnekten sonra umarım siz de bana hak vereceksiniz. Vermeseniz de dünyanın sonu değil, başka bir düşüncede mutlaka ortaklaşırız. Ortaklaşamasak şayet, aynı gökyüzü altında, rüzgarların, yağmurların,güneşin  altında, sıcağın ya da soğuğun içinde gözümüzü kapattığımızda aynı karanlıkta mutlaka buluşuruz.

Sahi gözünüzü bir an kapatıp kendinizi şehiriçi dolmuşlarda hayal edin . Mesela şoförün tam arkasındasınız. Şoför kendi yorgunluğuna bir İbrahim Tatlıses ya da Müslüm Gürses tınısını bırakadursun, siz de kaptan koltuğunun arkasında , şoförün kendisini ya da koltuğunu sigortalattığını varsaydığı nazar boncuklu balığın, dolmuşun her dur kalkında ya da şerit değişimindeki ritmine baktığınızı düşünün.
koltuğun arkasında dizlerimi
öperken balık

Dolmuşa binen ve o koltuğun arkasında oturan her yolcunun, mutlaka bir yerde dokunduğu o nazar boncuklu balık, dokunulduğu anda dokunan kişiyi ya kendisinin benzeri objelerle ilişkisine götürecektir, ya da kendinden bir şekilde geçirecektir.

yosunlu çeşme 
Yol kenarı küçük bir dinlenme parkında bir çeşmenin üzerinde biten yosunları gördüğünüzde,
modern dünyanın kirliliğinden ve gürültüsünden bir an nasıl uzaklaşıp dinginleştiğinizi ya da herhangi bir yerde çoraplarınızı utana sıkıla da olsa çıkarıp tabanlarınızı toprağa, taşa, çimene değdirdiğiniz zaman yaşadığınız duyguyu, yani mutluluğu bir düşünün... Çok güzel bir müziğin sizi baştan çıkardığı zamanki mutluluğa benzemiyor mu ?

Aynaya bakıp saçınıza düşen aklarda veya yaşınızın yüzünüzde bıraktığı kırışıklıların derinliğini ve yoğunluğunu gördüğünüzde içinizde hissettiğiniz bir sonbahar ya da kışı, şu müziği
dinlediğinizdeki gibi hissetmez misiniz ? Ya da zamanın geçiciliğine içlenmez misiniz? İkisinde de benzer ya da biraz farklı düşüncelerle tükenmez misiniz ?
Herhangi bir yerde karşılaşacağınız yalnız bir ağaç ile size hissettirdiği kalabalıklar arasında yalnızlığınızı bunu dinlerken de hissetmez misiniz ?
Sevindiğimiz ya da bahanesiyle üzüldüğümüz, dokunduğumuz, yani varlığımızı hissettiren her şeyde bir estetik ve bir ritim yok mudur ? Sizi o an var eden, size sizi farkettiren her şeyde...
Bir çocuğun bilyelerindeki çizgilerde, sıraya dizdiği ve az sonra bir kısmı minicik bir yolculuğa çıkacak araçlarında,



bir kız çocuğunun oynadığı bebeğin ipek saçlarında, çok sevdiğiniz arkadaşınızla seyirlik bir tepeden çektiğiniz iki kişilik çaydanlığın ve ısıtıcının koca bir ağaca küçük bir saksı olduğu anda...
küçük saksımız
Eskiden ama çok eskiden boyuna yetişemediğinizi hatırladığınız orta boy bir nostaljik küple tekrar karşılaştığınızda ve ona elinizi uzatıp çocukluğunuza dokunduğunuzda...









Çocukluğunuza giden bir yoldaki babanızın görüntüsünde









ya da annenizle karşılaştığınız bir fotoğraf karesinde... İçinizde çocukluğa ya da gençliğe dair kıpırtılar oluşturan, babanızın , annenizin göz bebeklerinde gördüğünüz sizi var eden sevgiye ve onlara olan sevginize denk geldiğinizde; bir düğünün ortasında en çok siz eğleniyormuşcasına hissetmez misiniz ? En hızlı oyunun en çok terlediğiniz anındaki aşka, müziğe benzemez mi bu ? Veya burada benzeri bir heyecanda bulmaz mısınız kendinizi?







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bahtiyar bir sonun başı

Sonbaharın bütün yapraklarına dokunmuşum gibi bahtiyar bir sonun başı sanki. İnci gibi parlak bir vaziyet. Şiir kitaplarından fırlamış kaçkın dizeler gibi hissediyorum, ne yana dönsem bir makama çarpıyorum, esaretten kurtulmuş notalarla çevrilmiş gibi anım. Her yanım toz ve mavidir her anım.

herkesin gitmek istediği o yer ve hayalin hayali ile mücadelem

Bazen herkes gibi alıp başımı insanın dokunduğu her şeyden uzaklaşıp o yere gitmek istiyorum. Duydunuz mu bilmiyorum, hani küçük ahşap bir kulübenin ağaçların arasında olduğu , çevrenin yemyeşil ve binbir renkli çiçekle örtülü olduğu, yakınında akan bir dere ve ensesinde ulu dağların olduğu, geceleri de samanyolu dahil çıplak görseniz de doğal olarak gezegen olduğunu anlamayacağınız trilyonlarca yıldızı bir arada göreceğiniz bir gökyüzü olan o yeri kastediyorum. kışın zar zor ısıtabileceğiniz ve soğuğunu bir tarafınızda iyice hissedince fazla oldu biraz da insan yüzü görmeye gitsem fena olmaz deyip bu kez de kardan, çamurdan çıkamayacağınız o aynı zamanda kış ortasındaki ürkütücü yer. yazın cenneti,  kışın cehennemi yaşayacağınızı bileceğiniz yerden bahsediyorum. bazen birkaç parça eşya ve giysi alıp o yere gitmek istiyorum. nasıl bulacağım da belli o yeri , yetenekli yeğenim de muhtelemen resim defterine çizmiştir .  çizdiği bir haritadan faydalanıp oraya gidebilirim. elimle koymuş gi

lastik ayakkabı özlemi dolu bir yazı ve Artık sevmeyeceğim

Artık sevmeyeceğim, bütün kabahat senin. senin değilse bile birilerinin, planı yok bu işlerin. zaten hangi plana uyduk diyebiliriz ki, lisede düzenli ders çalışmaktansa kapıya dayanan yumurta ile son gün az mı çalıştık sınavlara, sınav sonrası az mı unuttuk bir gün önce ezberlediklerimizi.planlı çalışan biri olsaydım mesela kimbilir nerede ne şartlarda edindiklerimi öğrendiklerimi hayatıma uygulamanın verdiği zevk - sefayla yaşardım. ama olmadı , ya diğer planlar ? düşünsenize siz de benimle ! hangi "bu hafta şunları şunları yapıp artık biraz dinlenirim " diyerek tasarladığımız plan ertesi gün ya da ertesi gün ya da onun ertesi günlerde ani bir tepkime ile yön değiştirmedi ve biz de  başka kulvara dalmadık, sonra yeni ertelemeler ile eski ertelediklerimizi keyifsiz bir biçimde harmanlamadık ? aşk da öyle değil mi ? aniden karşımıza biri çıkıyor bir an dünyanın merkezi çekim kuvveti üzerimizde etkili oluyor da ona doğru çekilmiyor muyuz, sonrasında tanışma biçimimizden rom