Artık sevmeyeceğim, bütün kabahat senin. senin değilse bile birilerinin, planı yok bu işlerin. zaten hangi plana uyduk diyebiliriz ki, lisede düzenli ders çalışmaktansa kapıya dayanan yumurta ile son gün az mı çalıştık sınavlara, sınav sonrası az mı unuttuk bir gün önce ezberlediklerimizi.planlı çalışan biri olsaydım mesela kimbilir nerede ne şartlarda edindiklerimi öğrendiklerimi hayatıma uygulamanın verdiği zevk - sefayla yaşardım. ama olmadı , ya diğer planlar ? düşünsenize siz de benimle ! hangi "bu hafta şunları şunları yapıp artık biraz dinlenirim " diyerek tasarladığımız plan ertesi gün ya da ertesi gün ya da onun ertesi günlerde ani bir tepkime ile yön değiştirmedi ve biz de başka kulvara dalmadık, sonra yeni ertelemeler ile eski ertelediklerimizi keyifsiz bir biçimde harmanlamadık ?
aşk da öyle değil mi ? aniden karşımıza biri çıkıyor bir an dünyanın merkezi çekim kuvveti üzerimizde etkili oluyor da ona doğru çekilmiyor muyuz, sonrasında tanışma biçimimizden romantik hayallerimize, yaptığımız fıstık gibi jestlerden tutunda ilk çocuğumuza ve onun göz renginden tutunda bizden aldığı saç şekline , biçimine ondan aldığı fındık ya da uzun burnuna kadar her şeyi düşünmüyor muyuz ? sonra bir bakıyoruz ya nişanlı ya da saçma sapan bir sevgilisi vardır, ya da düşünmüyordur o an sınava çalışıyordur ve kazanması gerekiyordur veya zamanı gelmemiştir hatta GODOT'U bekliyordur. Yalın haliyle bu belki de onun için romantik hayaller kurmayan, sadece ona sıradan davranan, doğum gününü ve diğer güzel özel günleri hatta ileride ölüm gününü bile hatırlamayacak kaşı gözü değil de şimdilik var ve idare ettiğini düşünen ve bu nedenle talip olan birine varana dek bekliyordur.
belki de gerçekten o kabahat benim, ya da bizim hepimizin. yani sevenlerin , sevenin.işte bunun için de şimdi sözüm sevilene değil . geriye dönüp bakalım biraz , çok isteyip de elde edemediğimiz şeylere bakalım. mesela kendimden hatırladıklarımı söylemek icap ediyor bu noktada. söyleyim. çok aşık oldum ama bunu örneklerimin sonuna bırakacağım. öncesinde, köye gittiğimiz zamanlardan bahsedeyim.Babam ve annemle yazın ekin biçmeye köye gittiğimiz zamanlarda ilçeye indiğimiz ilk gün, babam sağolsun beni de götürürdü yanında, alışveriş yapardı. en son ayakkabı da satan bir dükkana girerdik, malum nasıl pazarlık yaptığını anlatmıştım daha önce bisiklet konulu yazımda. iki tür ayakkabı olurdu o dükkanda . ve herkes yani çocuklar hep o iki şıktan birini ayaklarında dolaştırırdı. onların seçimi mi olurdu bilemem. ama babam bana dönüp oğlum bu mu olsun ( dediği naylon ayakkabı olurdu ) yoksa bu mu olsun diye (hayallerimin siyah trabzon ayakkabısını bir başka ismi de cızlavet olan ayakkabıyı eliyle işaret edip ) sorardı , kendi aklındakini her seferinde alacağı halde bütün iyi niyetiyle tercihimi sorması elbette her baba gibi çocuğuna seçme özgürlüğü tanıma isteğinden değildi.. Yine de niçin kulak asmayacağı tercihimi sorardı bilmiyorum.fakat aklındakini alması tamamen koruyuculuğundan -kollayıcılığından olurmuş meğer. çünkü sorsa da koruma iç güdüsü ağır basar ve kendi seçtiği naylon ayakkabıyı alırdı.
numarası haricinde sanırım tamamen buydu lastik ayakkabım |
sonuç itibariyle hiç bir zaman o kara lastik ayakkabıya sahip olamadım.
cızlavet namı diğer trabzon ayakkabısı |
Uzun yıllar sonra bu içimdeki hisleri ve aklımdakileri babamla paylaştığımda bana benim aldığım daha hafifti,daha kullanışlıydı. bilseydim bu kadar istediğini siyahı alırdım.istersen şimdi alayım demişti. gönlümü yıllar sonra da olsa aldı ,işte sevdiğim kısmı da şu an o. yıllar sonra ama yine çocukken , belki de ilkokul zamanıydı, sokakta oyun oynarken yoldan geçen birinde gördüğüm ayakkabılar zirve olmuştu hayalimde ;ve tabiki o bez ayakkabıya da sahip olamadım hiç bir zaman istediğim o çağlarımda.
hayallerimin kungfu'cu ayakkabıları : ) |
bu yukarıda saydığım iki ayakkabıdaki tercihimde çağdaşlarımın o tıfıl ve seçme özgürlüğü olup olmadığı belli olmayan çocuklara özenme yatardı , fakat bu beyaz ve ancak çocukluğumun hayallerinde ulaşılacak ayakkabılar ise o dönemde bazı kanallarda çıkan çin yapımı kungfu filmlerindeki karakterlerle kendimi özdeşleştirmemdendi sanırım. boş bir levha gibi gelen çocuklukta maruz kaldığımız uyarıcıların zevk ve tercihlerimize nasıl etkisi olduğunun da kanıtıydı çocukluğum. bunların dışında, istediğim bir bisiklete, istediğim bir motosiklete ya da çok istediğim bir geziye , hepsinden öte aşık olduğum kadınlara demek istemiyorum.onlar da var elbette ama çocukluğumun saf aşklarının beni eritecek hatta dünyayı "sersemleşen bir çizgi karakterin başının etrafında dönen kuşlar gibi" başımda döndürecek olan o uzak o güzel ellerine parmaklarına hatta ah o güzelim saçlarına dokunamamışlık. çok sevdiğin şehirden ayrılmak, çok sevdiğin arkadaşları hep geride bırakmak, çok sevdiğin kitapların erken bitmesi ya da o güzel çocukluğun geri gelmemesi gibi işte hep en çok istenen şeyleri mıknatısın aynı kutbunu birbirine döndürüp yapıştırmaya çalışırken asla birbirini tutmaması ve aksine tüm güçle itip uzaklaştırması gibi oluyor işte aşklar da. bütün kabahat belki de dünyaya yaydığımız enerjide,yani bizde , belki de altında en çok istediğimizi asla elde edemeyeceğimiz inancını taşıyor olmamızdadır hem de hiç farkında olmadan.zaman geçti büyüdüm , kocaman dünyanın farklı coğrafyalarında farklı kültürlerde bu işleyişin daha farklı olduğunu canlı görme fırsatına sahip olduysam da buradaki duygunun eksikliğini hep farkettim. ama bu sonuç hiç değişmedi. hep en çok sevdiğim kişiden feragat edeceğim inancı kavuşacağımdan daha ağır bastı sanırım. geçmişte ve hatta hala belki babamdan gelen telkinlerdendir diyeceğim. nasıl ki ne zaman bol kahkahaya gömülsek ve babamız yanımızdaysa o kadar gülmeyin, iyi değil ! demesi varsa da, her babanın böyle söylemeyeceği ya da her çocuğun ya da büyük kişinin de en çok istediklerine sahip olamaması hep şaşırtmıştır beni.
ama şunu çok iyi bilirim, o sevmelerin içindeki yeni dünyaları, kuvvetli renklerin tüm farklılıklar gibi bir arada güçlü göründüğü kadar birbirini tölere etme isteğini de. o mutlu ana kavuşmak için gözün bir çok şeyi nasıl görmezden geldiğini,hatta bir şeylerden ilk kez o kadar çabuk vazgeçmeye hazır olduğunu , tutuculuklardan kaçınmayı, sevdiğine hal ile zevk ile bakış ya da gülümseme ile içsel ve şeklen benzemeyi ve olmadığında da yani her şey ters gittiğinde de o sahip olduğumuz duvarları dikenli tellerle ördüğümüzü daha katı daha tutucu daha kötü olmayı gördüm.
Yorumlar
Yorum Gönder